
Alsaz’ta 2 Büyülü Kasaba
Alsaz seyahatimizin ilk durağı olan Strazburg sonrası, tam da Noel arifesinde bir başka güzel olan Colmar ve Riquewihr’i gezdik. Otobüsle yaklaşık 1 saat saat süren seyahat sonrası 75 km ötedeki COLMAR ilk durağımız oldu.
Route des Vins d’Alsace (Alzas şarap güzergahı) üzerinde yer alan Colmar, aynı zamanda, Alsaz bölgesinin Şarap Başkenti olarak da biliniyor. 9. yy’da kurulan şehir, bölgenin kaderi gereği, pinpon topu misali Fransa – Almanya arasında gidip geldiği için tam bir kültür mozaiği. Ancak konum itibariyle, Almanya’ya daha yakın olması nedeni ile, şehirde Germen kültürü bence daha ağır basmakta.
Şehir (ki topu topu 68,000 nüfusu var) girişinde tanıdık bir heykel bizi karşıladı. New York’daki Özgürlük Anıtının heykeltıraşı Bertholdi’nin Colmar’lı olması nedeni ile, ölümünün 100. yılında 2004’de ünlü heykelin minik bir kopyası şehrin girişine yerleştirilmiş.
Burgonya seyahatimizin duraklarından Avallon‘daki Vauban heykelini gördüğüm ve Alzas doğumlu olmasına rağmen, daima Fransız saflarında yer alan Bertholdi, ülkenin sembolü olan Özgürlük, Eşitlik, Kardeşlik düsturunun Özgürlük fikrine bağlı olarak taa 1870 yılında bir heykel yapmaya karar vermiş. Amerika’ya yaptığı seyahat dönüşü heykeli tasarlayan Bertholdi, Gustave Eiffel ile birlikte çalışmalara başlamış. Fransız Halkının bir hediyesi olarak, 1885 yılında 300 parçaya bölünmüş şekilde New York’a gönderilen heykel, 28 Ekim 1886 yılında yerine dikilmiş. Zamanında Eyfel Kulesiyle birlikte en yüksek heykel ünvanını taşıyan bu anıtın bugün, Paris’te de minik bir kopyası var. Ünlü heykeltıraşın hayatından kesitlerin yer aldığı minik bir müze 5,5 euro karşılığında gezilebilinir.
Colmar’ın tahta kaplı evlerinin de ilginç bir hikayesi var. Dünyanın ilk mobil evlerinin mucidi Colmarlılar. Ortaçağda evlere uygulanan yüksek haraçlar (vergiler) nedeni ile, yerel halk, sökülüp monte edilebilen evler yapmaya başlamış. (Özgürlük Anıtının da 300 parça olarak gemiye yüklenip, New York’da monte edilmesi fikri taa ortaçağdan kalma bir fikir belli ki!). Bu evler öyle tek kat falan değil, bildiğimiz 3 katlı evler. Böylece, sabit yerde konuşlanmadığı için, vergi ödemek mecburiyetinden kurtulmuşlar. Les Tanneurs bölgesi olarak adlandırılan bu bölge, deri tabakçılarının ve tabakhanelerinin yer aldığı bölge.
Daracık parke taşlı sokaklardan giriş yaptığımız Colmar’da, bir çok sokak araba trafiğine kapalı zira şehir minik bir Venedik. La Petite Venice (küçük Venedik) diye adlandırılan ortaçağdan kalma mahalle, şehrin ticaret merkeziymiş. Yiyecek, içecek, eşya vs aklınıza gelebilecek tüm ürünlerin su yoluyla şehre getirilmesi nedeni ile, kayıkların ve teknelerin yanaşabildiği La Petite Venice, bugün, çiçekli balkonları, tahta kaplı evleri, daracık parke taşlı sokakları, minik köprüleriyle gerçekten kartpostallardan fırlamış gibi.
Şehrin bir diğer mahallesi Quai de la Poissonnerie (Balıkçılar Kıyısı). Kanalın yanında yer alan bu rengarenk evler, zamanında balıkçıların mahallesi olarak bilinirmiş. Kanalın içinde, bugün kafe hizmeti veren tipik kayıklar da mevcut.
Colmar’ın bir de sabit pazarı var : Marché couvert de Colmar. 1895’de yapılmış üstü kapalı bu pazar yerinde, yerel lezzetlerin tümünü bulmak mümkün. (13 rue des Ecoles) Şehir minik ve pek tabii ki koruma altında olduğu için, hop oraya bir AVM dikelim, yok buraya bir market konduralım şeklinde şark kurnazlığına yer verilmediğinden ve de Fransızların zaten, büyük alışveriş merkezlerinden ziyade, dükkanlardan alışveriş yapıp, 2 dükkan arası 1 kahve molası verme takıntılarından olsa gerek, yerel halk yiyecek alışverişini bu sabit pazardan yapıyor. Fiyatları sorarsanız son derece normal, ama herşey tazecik. Zaten herkes birbirini tanıyor. Bana eski İstanbul mahallelerini anımsattı mesela Çengelköy, herkesin birbirini tanıdığı, sabahları günaydınlaştığı, samimi ve sıcak…..
Şehirde bir çok kilise var ancak L’Eglise des Domainicains (Domeniken Kilisesi) ve Collegiale St. Martin (St. Martin Kilisesi) gotik mimarinin önemli 2 örneği. Seyahatlerimde içim dışım kilise olduğu için, kısa sürede göz attığım bu kiliselerden ziyade, ruhumu okşayan ve görmenizi tavsiye edeceğim başka güzel binalar mevcut.
İlki, 1537’de yani ortaçağda yapılmış olmasına rağmen, rönesans özelliklerini taşıyan Maison Pfister. Nasıl ki Strazburg’da KammerHaus var, Colmar’da da Pfister Evi, özellikle renkli ahşapları, kulesi, ve incilden temaların işlendiği duvarları ile ünlü. (11 rue des Marchands)
Bir diğeri Koifhus (eski gümrük binası). Tüccarlar Sokağı (Rue des Marchands) ve Büyük Sokak (Grande Rue) birleşiminde yer alan bina 1480 yılında yapılmış. Zamanında gümrük binası olarak kullanılan ve bugün şehrin kültürel faaliyetlerine ev sahipliği yapan Koifhus, renkli tuğlardan yapılmış çatısıyla, Burgonya bölgesindeki Hospices de Beaune gibi ortaçağ mimarisine güzel bir örnek. (Place de l’Ancienne Douane)
Aynı meydanda yer alan ve Bertholdi eseri olan Schwendi Çeşmesi de dikkati çeken bir eser. 1940 yılında bombalandığı için, bugün yerinde daha küçük bir havuzuyla yeniden yapılmış versiyonu duruyor. Bu kadar binanın arasında neden Schwendi Çeşmesini seçtin derseniz onun da bir hikayesi var elbet. İmparator 2. Maksimilyan’ın ordusunda general olarak yer alan Schwendi, Macaristan’da Türklere karşı savaşmış ve savaş sonrası, dünyanın en kaliteli üzümlerinden sayılan Tokay üzümünü Alzas bölgesine getirmiş. Bu üzüm daha sonra, Alzas bölgesinde, iklim koşullarına göre ekilmiş ve Alzas Tokay’ı ismini almış. O nedenle, Bertholdi, koskoca generali elinde bir salkım üzümle ölümsüzleştirmiş.
Bir diğer bina, Katedral Meydanında yer alan ve şehrin en eski binası olarak kabul edilen Maison Adolph. 1350 yılında yapılmış olan bina, Adolph ailesinin, bina yüzeyindeki gotik resimleri kaldırmasıyla, eskiliğinden biraz kaybetmiş olsa da mutlak görülmesi gereken bir bina. (16 Place de la Cathédrale).
İçinde aynı isimde bir restaurant ve 5* otel barındıran ve 106 tane kafa büstünün ön cephesinde yer aldığı La Maison des Têtes ise Alman Rönesansına şahane bir örnek. (19 rue des Têtes)
Colmar’ı gezmenin iki mevsimi var. Bunlardan birincisi, şahane ışıklandırması, yüzlerce minik ahşap kulübeleriyle, sıcak şarabınızı yudumlayarak gezeceğiniz Aralık ayındaki Noel dönemi veya rengarenk çiçekleriyle bezenmiş, kanalda minik teknelerle tur yapabileceğiniz ilkbahar ve yaz ayları. Dönem olarak kanal turu yapılmadığı için bu zevkten biz mahrum kaldık ama dileyenler için, kanal turu 30 dakika sürüyor. 7-9 kişinin sığdığı bu teknelere St. Pierre köprüsünün altından binebilirsiniz fiyatı ise, 6 euro.
Colmar’da aldığımız öğle yemeği sonrası (Strazburg seyahatimizinde yemek yediğimiz mekanlar, şarap tadımı gibi gastronomik keşifler bir sonraki yazıda) istikamet RIQUEWIHR dedik.
Fransa’nın en güzel köyleri sıralamasında yer alan Riquewihr, Colmar’dan yaklaşık 16 km yani yarım saat mesafede. İsmi ilk 1094 yılında duyulan Riquewihr, araba girmeyen parke taşlı yolları, 2 büyük dünya savaşından da bir şekilde yara almadan kurtulmuş binaları, içinde Dolder Müzesinin de yer aldığı kulesi ile, Grimm masallarını aratmıyor.
Topu topu 3 saat içinde rahatlıkla gezebileceğiniz Riquewihr’in ana caddesinden yukarı tırmandığınızda, 13. yy’da yapılmış şehir kulesi sizi karşılıyor. Binaların her biriyse ayrı bir güzellikte. Özellikle noel döneminde özenle süslenen bu binaların arasında yaptığımız kısa yürüyüşle, tüm köyü dolaştık.
Alışveriş olarak, yine noel için kurulan pazarda, lokal tatlardan tutun da, kıyafet, oyuncak aklınıza ne gelirse bulmak mümkün. (tabii öyle elektronik falan akla gelmesin!)
Riquewihr küçücük ama pek tabii ki müzesi olmazsa olmaz. Özellikle Hansi Müzesi büyüklerin olduğu kadar çocuklarında da kaçırmaması gereken bir müze. Neden mi? Hansi Amca (Oncle Hansi) yani Jean Jacques Waltz, Alzas bölgesinin ünlü suluboya ressamı ve illüstratörü. Eserlerinde özellikle çocuklara ve lokal ürünlere yer veren Hansi Amca’nın eserlerine ayrılmış olan bu müzenin giriş katında ise, tatlı, tuzlu bisküviler, alzas şarapları gibi bir çok ürün, Hansi’nin çizdiği resimlerle etiketlenerek satışta. Şahane bir hediye olacağına emin olabilirsiniz.
Müze meraklıları için, Riquewihr’de bir de Posta müzesi var. Alzaslılar nasıl iletişim kurar, neler kullanırmış işte tüm bu soruları cevabı Le Château des Wurtemberg binasında konuşlanmış olan Musee de la Communication en Alsace‘da.
Tam gün süren Colmar ve Riquewihr gezimizin ardından, “Cadı öldük bittik görmedik yer bırakmadık, otele gitmeye niyetin yok mu” diyen Sevgili Elegans Travel dostlarıma, seyahatimizin bu son akşamında şarap keyfi yapmadan sizi göndermeyeceğim diyerek, tadım yapmak üzere yola koyulduk.
4 günlük Noel’de Alzas Başkadır temalı seyahatimizde, bir çok restaurantta farklı yemekler yedik, noel pazarlarında kurabiyeler atıştırdık, sıcak şarap keyfi yapıp, yerel biraları yudumladık. Yeme içme konuları için özel bir yazı hazırlıyorum ve seyahatimizin gezelim görelim kısmını minik bir kaç tavsiye ile sonlandırmak istiyorum:
Eğer bir turla gitmiyorsanız, Alsace Lorraine bölgesini gezmenin en güzel yolu araba kiralamak. Toplu taşıma araçları, şehir içinde mükemmel olmasına rağmen, Colmar, Riquewihr gibi minik köyleri gezmek için, otobüs saatlerini ayarlamak gerçekten bir dert. Tren deseniz, o da ayrı bir konu. Zira en umulmadık saatlerde bitebiliyor bir de Fransızların bitmek bilmeyen grevlerine denk gelirseniz işin tadı kaçar. Kiralık arabalarda zaten navigasyon hep var. Yollar mükemmel, seyahat güvenli. Unutmadan belirteyim, Fransa hala düz vites sevdalısı, eğer otomatik vites istiyorsanız, gitmeden önce rezervasyon yapmanızı şiddetle tavsiye ederim. Otoyollarda tüm kredi kartları geçiyor ama yanınızda bozuk para bulundurmanız akılcı olur, zira şehir içinde özellikle sokakta park ettiğiniz zaman, parcometre denilen aletlere para atmazsanız, 40 euro ceza yemeniz işten değil. Fransa’da otoyollar mavi tabelalarla gösterilir ama Route National denen parasız yolda ücretsiz olarak seyahat edebilirsiniz.
Bir minik ama önemli ayrıntı daha. Saat 12:00-14:00 arası Fransa’da öğle yemeği zamanıdır. Hastanelerin acil servisleri bile, o saatlerde mola verir, o denli yani. Bir de restaurantlar dolu olduğundan, tavsiyem hem öğle hem de akşam yemekleriniz için en az 1 gün önceden rezervasyon yapmanız. Geç kalma durumunda, en fazla 15 dk masanızı tutacaklarını da ekleyeyim.
Hem Strazburg’da hem de Colmar’da hava şartları müsait olursa, tekne turu yapmayı sakın atlamayın. Ayrıca tüm bu şehirlerde, gezilecek müzeler için kombi biletler mevcut. Yürümekten imtina edenler için, hem Strasbourg’da hem de Colmar’da Petit Train denilen, minik trenler mevcut. 7 euro’ya bu 2 şehri rahat rahat gezebilirsiniz.
Fransa’da küçük köyleri gezerken ayağınıza DÜZ ayakkabı giymeyi sakın unutmayın. Taşları sökelim, çin işi seramik dayayalım şeklindeki anlaşılmaz kafa yapısı olmadığı için, bir çok köy, parke taşla döşeli o yüzden topuklu ayakkabı ciddi şekilde sorun olabiliyor.
Alzas lezzetleri yazımda bis bàll ! (görüşmek üzere)
Sevgilerimle,
Her yazıyı merakla bekleyip, zevkle okuyorum
çok teşekkür ederim ilginiz ve desteğiniz için