
Alzas’ta Bir Noel Masalı : Strazburg
Dünyanın ilk Noel Pazarı olma ünvanını elinde bulunduran Strazburg ve Grimm Masallarından fırlamış Colmar & Riquewihr bu sene, Beyoğlu Inner Wheel Kulübü için organize ettiğim 4 gün 3 gecelik turumuzun destinasyonu oldu. Çünkü Noel demek, benim için ağaç demek, süs demek, eğlence, müzik ve keyif demek. Özellikle Avrupa’da yüzyıllardır kurulan Noel Pazarlarının keyfi bir başka. Hal böyle olunca, tabii ki Avrupa’nın en şaşalı noel kutlamasına ev sahipliği yapan Strasbourg, Cadının rotasına giriverdi.
Daha önce, blogda bahsettiğim tur programına sadık kalarak, Türk Hava Yollarının sabah seferiyle, Basel Mulhouse Havaalanına uçtuk. Bu havaalanının 3 kapısı var. Biri Fransa, diğeri Almanya sonuncusu İsviçre. Kulağa pek bir ihtişamlı gelse de bizim Atatürk Havalimanı İç Hatlar’dan hallice diyebilirim. Tabii 3 ülkenin de Schengen vizesini kabul ettiğini biliyoruz.
Bu tur için, ben tek konaklama merkezi seçtim o da Strasbourg. Dileyenler 1 gece Colmar’da da kalabilirler (Noel Pazarı ve ışıklandırması bir harika). Yaklaşık 2 saatlik keyifli bir yolculuk sonrası, şehrin eski kısmında yer alan 4 yıldızlı Best Western Happy Culture otelimize yerleştik.
Strasbourg, Colmar, Riquewihr vb kent ve köylerin yer aldığı ALSACE LORRAINE bölgesi, pinpon topu gibi kurulduğu günden bu yana tam 10 defa bir Fransa’ya bir Almanya’ya geçerek tam bir kültür mozaiği olmuş. Öylesine ki, şu anda Fransız toprağı olmasına rağmen, bölgenin vatandaşı Fransız değilim, Alsazlıyım diyecek kadar köklerine sahip çıkıyor. Hatta aralarında konuştukları dil bile, ne Almanca ne de Fransızca, yerel bir diyalekt. (Zaten Paris de Alsaz bölgesinden pek de hazzettmediğini, koyduğu ağır vergiler ile belli ediyor, hatta TGV’nin Strasbourg’a gelmesi 15 yılı almış!). Öte yandan, kısmi özerkliği olan Alsaz’da, Almanca da konuşulmakta. (Benim hissiyatım, 2. Dünya Savaşı sonrası nihai olarak Fransa’ya katılan bölgenin, gönlünün hala Almanya’da olduğu). Keza reform döneminde, konum olarak Almanya ve İsviçre’ye çok yakın olması, özellikle Martin Luther’in mezhebi Protestanlığın, beri yandan İsviçre’deki Kalvenizm’in geçiş yolu olmuş.

Zamanında çok kanlı savaşlara neden olan bu mezhep ayrılığı, üstüne bir de 14. Louis’nin Yahudi Cemaatini Paris’ten kovup, Strasbourg’a göç ettirmesi, bugün Alzasın din konusunda inanılmaz hoşgörü sahibi olmasına sebebiyet vermiş. Gütenberg’in 15 yıl kaldığı Strasbourg’da İncilin ilk defa basılması, kitapların kitlelere daha hızlı ve ucuz olarak ulaşması, halkın eğitim seviyesini yükselterek ortaçağdan yeniçağa adım atmasına vesile olmuş. Bir nevi Avrupa’nın barbarlıktan çıkarak, medeniyete doğru ilk adımlarını attığı bölge işte bu Alsace Lorraine bölgesi.
Bilindik küstah fransız imajına tamamen ters şekilde, son derece sempatik Alzaslıların yaşam düsturları da çok hoş: Fransız gibi yaşa, Alman gibi çalış! (Allahtan tersi olmamış!!!)
Strasbourg Vieille Ville ve Neustadt olarak 2’ye ayrılmış. Şehrin tarihi kısmı yani Vieille Ville gerçekten de eski. Ortaçağdan kalma tahta evleri, kanalları ve köprüleriyle sanki masallardan fırlamış.
Şehre 2 kulenin ve ünlü Vauban Barajının yer aldığı surlardan giriliyor.
Surların hemen arkasında yer alan LA PETITE FRANCE diye adlandırılan bölgenin hikayesi ilginç. Zamanında, İtalya’ya giden, Fransız askerleri döndüklerinde, frengi hastalığını da beraberinde getirdiklerinden, yerel halk onları şehrin en kötü kısmına bir nevi hapsetmiş. Burada Fransız nüfusunun artması nedeni ile, bölge Küçük Fransa (La Petite France) adıyla anılır olmuş.
Eski kentte, özellike mimari son derece ilginç. Tahta kaplı evlerin damlarındanki çıkıntı, şehrin en büyük gelir kaynaklarından deri tabakçılığının izlerini taşıyor. Dışarı çıkma sundurmalarda hayvan postları, asılarak kurutulmaya bırakılırmış.
Strasbourg’un ortasından Ren Nehri geçiyor. Nehir kenarında evlerin önünde, kanalın tam üstüne gelecek şekilde teraslar var. Bunlar, ortaçağda kadınların hem çamaşır yıkadığı hem de tabir-i caizse günlerini yaptığı bir nevi sosyal klüp görevini görüyormuş. Çamaşırlar sadece Pazartesi günü yıkandığından, o gün yemek pişiremeyen kadınlar, bugün gastronomi meraklılarının en sevdiği yemeklerden olan Choucroute’un da (lahanalı güveç) mucidi. 1 gün önceden hazırladıkları güveci, fırına gönderen kadınlar böylece Pazartesi günleri yemek yapmak zahmetinden kurtulmuşlar.
Her Avrupa şehrinde olduğu gibi, Strasbourg’da da merkez Notre Dame Katedrali. Tipik bir gotik mimari örneği olan bu katedralin ilginç yanı, üzerindeki işlemelerin duvar taşlarına oyulmamış, ayrı bir yerde yapılarak, perde misali binaya giydirilmiş olması. Katedral akşam aydınlatıldığında fark edilen bu özellikle bina, dünyada, belki de 3 boyut teknolojisinin hayata geçtiği ilk eser.

Ayrıca 142 metrelik kulesiyle, dünyanın en yüksek kiliselerinden olma özelliğini taşıyan Notre Dame’ın tepesine 360 basamakla çıkabilir ve nefis fotolar çekebilirsiniz. (Tahmin ettiğiniz üzere, benden 150 basamak bile çıkmaz!). İçinde ay ve güneş saatinin yer aldığı Astrolojik Saat de Rönesans döneminin önemli eserlerinden.

Katedralin hemen sol köşesinde, şehrin tipik mimarisine en güzel örnek olan MAISON KAMMERZELL yer alıyor. Özellikle tahta oymaları ile dikkat çeken bu binanın yapımı 16. yy’da sonlanmış ve Notre Dame Katedrali ile birlikte bölgenin en eski binası sayılmakta. Zamanında bir peynir tüccarına ait olan Kammerzell, günümüzde dünyaca ünlü kişilerin yemek yediği son derece hoş bir restaurant ve özellikle Alzas bölgesinin bir başka spesiyalitesi olan Foie Gras’sı (Kaz ciğeri) ile ünlü. Kaz ciğeri sevmesem de Papa’nın yemek yediği yerde yemeden olmaz diyerek tabii ki yemeklerini tattım. Kammerzell ve diğer restaurant deneyimlerimi, Gurme Cadı sayfasında paylaşacağım.

Strazburg’u en güzel gezmenin 2 yolu var. Bunlardan ilki, Eski Şehir’de yürümek. Topu topu 1 saatlik bir yürüyüşle kentin en önemli binalarını görmek mümkün. Bunların başını çeken Notre Dame Katedrali merkez alındığında, hemen arkasında yer alan Gütenberg Meydanı, Vauban Barajı, Rohan Sarayı (Arkeoloji, Dekoratif Sanatlar ve Güzel Sanatlar Müzelerini barındırıyor), Kleber Meydanı, Musee Historique (Tarih Müzesi), Modern Sanatlar Müzesi (Surların hemen dışında) ve benim favorim Musee Alsacienne (Alzas Müzesi).
Alzası anlamanın en güzel yolu olan Musee Alsacienne’e giriş 6,50 euro. Özellikle kültür meraklılarına ve çocuklu ailelere tavsiye ederim. Tipik bir ortaçağ binasında yer alan müzede, minyatürler, dönemsel dekore edilmiş yemek odası, yatak odası, mutfak, şarap kavı, oyuncak bölümü, bölgenin tarihini görsel ve eğlenceli bir şekilde anlatıyor.
Noel pazarı ise ayrı bir alem. 300’den fazla kulübenin yer aldığı, ağaç süslemesinden, yiyecek içeceğe, hediyelik eşyadan aksesuara aklınıza gelebilecek tüm ürünlerin yer aldığı Noel Pazarı bu sene tematik olarak 9 alana yerleşmiş. Notre Dame Katedralinin etrafındaki merkez, Gütenberg meydanındaki Portekiz’in konuk olduğu ve Rohan Sarayının önündeki Noel Lezzetleri temalı pazarlar benim favorilerim oldu.
Özellikle Les Delices de Noel’de yer alan Bredel (noel kurabiyeleri), Riesling başta olmak üzere yöresel şaraplar, kaz ciğeri, sıcak şarap ve kestane kebaplar gerçek bir lezzet şöleni oldu benim için.
Kleber meydanında yer alan 27 metre yüksekliğinde ve 8 ton ağırlığındaki Noel Çamı bu sene mavi & beyaz renklere bürünmüştü.
Strasbourg’daki ilk günümüzün sabahında yürüyerek gezdiğimiz şehri, öğleden sonra, Batorama denilen Ren nehri üzerindeki gezinti tekneleri ile bu sefer başka bir perspektiften gördük.
Yaklaşık 1 saat 10 dk boyunca daracık kanallarda ilerleyen gemi, şehrin Neustadt denilen Yeni Şehir kısmına geçerken, Strazburg’un 2. önemli kilisesi olan Eglise St. Paul gotik tarzıyla bizi selamladı.

Şehrin yeni kısmındaki Avrupa Parlamentosunun Strazburg’da yer almasının nedeni, yazının başında belirttiğim şekilde, bölgenin tarihi boyunca bir çok farklı kültüre ev sahipliği yapmış olması. Şu anda 40’lı yaşlarını süren Alsazlılar büyükanne ve babalarını Alman, anne babalarını Fransız, kendilerini ise Avrupalı olarak tanımlıyorlar. Avrupa Birliğinin başkenti sayılan Strazburg’un bu yeni kısmında, binalar tamamen Alman mimarisinin etkisinde.

Strasbourg’da sadece şehir, müze, pazar gezmedim tabii ki. Benim için yemek yemek bir keşif, şarap içmek bir keyif. Eh hal böyle olunca, Fransız gastronomi dünyasına Alzas Mutfağı şeklinde bir başlık atabilmiş bölgenin yemeklerini ve şaraplarını tatmadan dönmem mümkün değildi. Deneyimlerimi, Alzas Mutfağı yazımda kaleme aldım.
Sevgilerimle,
Çok güzel bilgi veren bir yazı ,resimleriyle birlikde.
Teşekkür ederim Sn. Coşar,
Hoşunuza gittiğine çok sevindim. Yazının 2. ve 3. bölümleri de olacak.
Sevgilerimle,
Elegans Cadısı