
Şahmeran’ın Vatanı Tarsus ve Portakal Çiçeği Karnavalı
Adana Portakal Çiçeği Karnavalı vesilesiyle 16 kişilik bir grup için danışmanlığını üstlendiğim Portakal Çiçeği Kokuları Eşliğinde Kilikya Turu kapsamında Tarsus gezisi için yollardayız….
İlk durağımız, Çanakkale Savaşı’nın gidişatını değiştiren Nusret Mayın Gemisi’nin restore edilmiş maketinin sergilendiği park oldu. Bakım çalışmaları nedeni ile kapalı olan parkta, aslına uygun şekilde sergilenen Nusret Mayın Gemisi’nin ilginç bir hikayesi var. Nusret Mayın Gemisi’nin döşediği mayınlar nedeni ile, İngiliz Donanması büyük bir yenilgiye uğramış ve zamanın Denizcilik Bakanı Winston Churchill, bu olayı “Birinci Dünya Harbi’nde bu kadar insanın ölmesine, harbin ağır masraflara mal olmasına, denizlerde onca ticaret ve savaş gemisinin batmasına başlıca neden, Türkler tarafından o gece atılan o incecik çelik halat ucunda sallanan yirmi altı demir kaptır.” diyerek özetlemiştir. 1989’da Mersin kıyılarında alabora olup batan Nusret Mayın, 2003 yılında Anıt Müze haline getirilmiş.

Tarsus gezisi için ikinci durağımız, yine mitolojik bir hikayesi olan Eshab-ı Kehf’di. “Yedi Uyurlar” adı altında tanınan bu hikayenin geçtiği varsayılan 33 mağaradan 4 tanesi günümüz Türkiye topraklarında…
Efsaneye göre putperest hükümdar Takyanus’tan kaçan, hak dinini kabul etmiş 6 genç, yolda bir çoban ve köpeği Kıtmır’ın gösterdiği mağaraya sığınırlar. Hükümdar, mağaranın ağzını kapattırır, 7 genç ve köpek ilahi bir uykuya dalarlar. Aradan 309 yıl geçer ve yine ilahi bir şekilde uyanırlar.
Aralarından, Yemliha, pazara indiğinde, yiyecek almak için kullandığı paraların çok eski olduğunu fark eder, dönemin imparatorunun huzuruna çıkar ve hükümdarın da hak dininden olması nedeniyle, arkadaşlarına haber vermek için mağaraya döner. Ancak bir şekilde, hepsi tekrar ilahi bir uykuya dalar. Kutsal kitaplarda ve mitlerde hakkından sıkça söz edilen, hatta Kur’an’da Kehf suresi ile kendine yer bulan bu hikayenin geçtiği rivayet edilen mağara, bugün, dibine yapılmış minik mescidi ve eteğinde köylü kadınların organik ürünlerini sattığı şirin mi şirin bir ören yeri olmuş. Tarsus gezisi gibi, yerel lezzetlerinde gezinin bir parçası olduğu rotalarda, pazarlardan gerçekten doğal ürünleri bulup almak gibisi yok. Hem sağlık açısından çok iyi hem de köylüye destek. Büyük şehir market fiyatlarıyla karşılaştırınca, aradaki farkı yazmaya gerek yok sanırım.
Köylüden çokça alışveriş yapıp, Tarsus gezisi üçüncü durağımız Taşkuyu Mağarası için tekrar yola koyulduk.

Doğa tutkunlarının kaçırmaması gereken Taşkuyu Mağarası, birbirine bağlı birçok galeriden oluşan, içinde çeşitli formlarda sarkıt, dikit, sütun ve duvarın yer aldığı bir doğa harikası. Kalp hastalarının ve klostrofobi muzdariplerinin girmesinin sakıncalı olacağı bu mağaranın restorasyonu esnasında konmuş olan çelik tırabzanlar hakkında ne diyeceğim bilemedim. Güvenlik sebebiyle bu tırabzanların konması iyi olmuş ancak ne bileyim belki mağaranın dokusuna ve rengine daha uygun bir çalışma yapılabilirmiş.

Tarsus’un en önemli ürünlerinden bir tanesi, yöreye mahsus tahindir. Genelde market raflarında satılan, içinde 1001 koruyucu maddenin yer aldığı, plastikten hallice tahinlerle hiç bir alakası olmayan, humus, ve helva sevenlerin baştacı tahinin en önemli üreticilerinden Okyay Tahin Fabrikası’nda minik bir mola vermek üzere yola çıktık. Fabrikanın tam yanında yer alan satış mağazasında, onlarca çeşit helva arasında karar vermeye çalışan grubumdan minik adımlarla uzaklaşarak, gurmelerin sevdiceği trüf mantarının acımasız avcısı Çatalburun Köpekleri’nin sevimli heykellerine yöneldim. Hünerleri sadece trüf avcılığı olmayan bu köpekler aynı zamanda narkotik maddeleri yakalamaları ile de ünlü. Bu nedenle, soyunu koruma altına almak amacıyla, yurtdışına çıkışı kesinlikle yasak.

Tarsus çok ilginç bir yerleşim bölgesi. Kleopatra’nın tercihlerinden, başta Roma Medeniyeti olmak üzere, birçok medeniyete ev sahipliği yapmış, çeşitli dinlerin mihenk taşlarının yer aldığı bir şehir. Bugünse bakımsızlığı, boş vermişliği ile insanın içini burkuyor. Kendi kendime sordum “acaba böylesi kültürel zenginlik, değerini gerçekten bilen bir toplumun elinde olsaydı neler olurdu? Veya keşke biz Türkler elimizdeki cevherlerin değerini bilseydik?” Düşünsenize, ne termik santrale ne parsel parsel satılan devlet fabrikalarına gerek kalırdı, çünkü bu tip kültürel miraslarımızdan gelecek kazanç hepsini katlardı. Neyse, bu konular, benim gibi sade bir blogger için biraz derin kalır!
Keyifli Bir Tarsus Gezisi İçin Görülecek Yerler
Dar sokakları, tipik mimarisiyle Tarsus, fotoğrafçıların da uğrak mekanlarından. Eski şehir surlarının içinde yer alan bu evler, özellikle kapıları ve işlemeli balkonlarıyla müthiş zarif.

Dinler kültürü deyince, akla ilk gelen yerleşim birimlerinden biri Tarsus. Çünkü Hıristiyanlığın temel taşlarından Aziz Pavlus veya Paulus (St. Paul) Tarsus doğumlu. Aziz Paulus’un 2 adı varmış. İlki musevi adı Saul, diğeri de Roma adı Paulus. Koyu bir dindar Yahudi olarak yetiştirilen Paulus, bir mucize eseri Hıristiyanlığı seçmiş ve Anadolu’yu, Yunanistan’ı ve Roma’yı dolaşarak Hıristiyanlığı yaymış. İmparator Neron zamanında Roma’da tutuklanıp, kafası kesilerek öldürülen Aziz Paulus’un mezarı, Roma’da adına inşaa edilmiş Saint Paul Kilisesinde.
Tarsus gezisi için dördüncü durağımız, Aziz Paulus Kuyusu oldu. Suyunun kutsal olduğu bu kuyudan, yürüyerek Kudüs’e giden hacılar su içermiş. Bugün kuyunun çevresinde üzeri camla kapalı olan kalıntı, Pavlus’un doğduğu ev olarak kabul edilmekte.

Parke taşlı dar sokaklarda kısa bir gezinti sonrası, rotamız Tarihi Kırkkaşık Bedesteni oldu.

Bu kapalı çarşının hikayesi ilginç. Ramazanoğlu Beyi İbrahim tarafından yapılan 16. yy’da yaptırılmış. Rivayete göre yoksullar için, çevresinde, 40 tane kaşık biçiminde oyuntusu ile yardım amaçlı vakıf binasıymış. Çarşı esnafı, ihtiyaç sahiplerine bu oyuntulara, yemek bırakarak yardımcı olurmuş. Böylece “ne yardım yapan, ne de yardım alanın” kim olduğu bilinmez, yapılan hayrın gizli kalması sağlanırmış (nedense birden günümüz ramazan çadırları ve mega boy hayırsever afişleri! aklıma geldi).
Çarşının bir başka özelliği de dükkan sahiplerinin tümümün kadın olması. Gerçekten kadın eli değdiği o kadar belli ki… Bedestenden içeri girdiğinizde, öyle size uzun uzun süzen, kapılara mıhlanmış, bıyıklı tipler yerine, oradan oraya koşturan, kibarca mağazasına davet eden, çarşı hakkında bilgi veren bir sürü zarif kadınla karşılaşıyorsunuz.
Genelde ev yapımı takı, hediyelik eşya, tekstil ürünlerinin satıldığı minik dükkanlarla dolu olan çarşıda, dikkatimi en çok çekenler, tahta kaşıklar, kaynar ve şahmeran oldu.
Bir dükkan sahibinin davetiyle girdiğim mağazada kaynarı denedim. Kaynar, lohusalık döneminde, özellikle güney illerimizde al basmasına karşı çokça tüketilen bir içecek. Bardağın yarısına dövülmüş ceviz, üstüne yedi baharatlı ve bol şekerli sıvının eklenmesiyle hazırlanan tam bir besin deposu.

İlk tadımda, çok şekerli gelen ancak gariptir, içtikçe keyif veren kaynarı yudumlarken, bir çok filme konu olmuş Şahmeran ve hikayesini de dinleme imkanı buldum.
Rivayete göre, Tarsus’da yer altında çok sayıda yılan yaşarmış. Bu yılanların kraliçesi Şahmeran, aşık olduğu Cemşab için, ölümü göze almış ve kendini feda etmiş. Söylentiye göre, hala Şahmeran’ın öldüğünü bilmeyen yılanlar, birgün Tarsus’u istila edeceklermiş. Anadolu rivayetler cenneti. Yurdumuzun her karışında birbirinden farklı binlerce efsane günümüze kadar gelmiş.

Büyük bir keyifle Şahmeran’ın hikayesini paylaşan nazik mağaza sahibinden, sağlık, bolluk ve bereket getirdiğine inanılan kaşıklardan bir tane satın aldıktan sonra, arkeolog olan rehberimizin önderliğinde bu sefer de Musevilik için önemli bir şahsiyet olan, Aziz Daniel yani Danyal Peygamberin kabrine doğru yola koyulduk.
(Aziz Danyal)
Aziz Danyal Camisi olarak restorasyon görmüş bu mekan, yapılan yenileme çalışmasıyla, dıştan camii havasından ziyade müze görünümünde. Yahudi halkını, Babil kralının zulmünden koruyan Danyal Peygamberin mezarı, halen camii olarak faaliyette olan bu kompleksin içinde. Ancak bu kompleks, esasında su sarnıcı. Dönemin tüm su ihtiyacını karşılayan bu sarnıçta, Roma dönemi kalıntılarını da görmek mümkün.
Açlıktan yavaş yavaş guruldamaya başlayan midelerimize kulaklarımızı tıkadığımız gibi, rotayı tekrar St. Paul Anıt Müzesi’ne çevirdik.

Hayatımda gördüğüm en berbat restorasyonlardan birine uğramış olan bu kilise, yine Hristiyanlık için çok önemli. İlki 12. yy.’ın başlarında yapılan kilise, Ortodoks Arap Rum Cemaati tarafından 19. yy. sonlarında tekrar inşaa edilmiş. Tavanında, İncil’in dört yazarının freskleri ve bir göz motifi yer almakta ancak sutün başlıklarının, bildiğimiz alçı sıvayla taklit edilmesi gözlere zarar akıllara ziyan!
Bir hayli uzun süren, Tarsus turumuza öğle yemeği için ara verme zamanı geldiğinden, Berden Nehri’nin hemen yanı başında konuşlanmış Şelale Restaurant’a hareket ettik. İnanılmaz derecede kalabalık olan, restaurant, yılın 12 ayı gürül gürül akan şelalenin tam dibinde.

Bahar ayları için biraz fazla sesli gelse de özellikle termometrenin 50 dereceleri rahatlıkla bulduğu yaz ayları için bir cennet.
Klasik Çukurova lezzetlerinin serpme usul servis edilmesinden sonra, ortaya, Şelale Restaurant’ın spesiyalitesi “sacda et kavurma” geldi.
Türkiye, koyun ve kuzu etinin en kalitelisinin bulunduğu nadir ülkelerden bir tanesi. Hal böyle iken, özellikle dana etinin hiç de makbul sayılmadığı güney illerimizden bir tanesinde, sac kavurmanın dana etinden yapılmış olması büyük bir eksi puan kanımca. Çünkü sacda yağıyla, suyuyla yavaş yavaş pişerek helmelenmesi gereken et, dana olması nedeni ile, kayış misaliydi. Ancak sabahın erken saatlerinden itibaren , bir o yana bir bu yana uçuşan grubumuz, şelalenin dibinde yer alan masalarda tabii ki keyif yapmayı ihmal etmedi.
Kahvelerimizi içtikten sonra (ki Tarsus dolaylarında cam bardakta içilirmiş) tatlılarımızı yemek üzere, Tarsus’un dondurmaları ve şerbetli tatlıları ile ünlü İbodo Dondurmacısına doğru yola koyulduk.

Pastaneden içeri girdiğimiz zaman, burnumuza çarpan mis gibi tereyağı, peynir ve tatlı kokusu, en boğazsız insanı bile baştan çıkartacak kadar şahaneydi.

Fotoğraf çekimi yaparken, usul usul minik minik tattığım Türk tatlılarının nefasetini anlatamam. Ancak tercihim, Tarsus’lu bir tanıdığımın sıkı sıkıya tembihiyle, yine künefe oldu ama bu sefer hem duble porsiyon hem de üstüne dondurmalı. Glükoz şurubunun kullanılmadığı, her halinden belli olan bu nefaset üç lokmada bitti diyebilirim.
Tatlı molamızdan sonra, son olarak Kleopatra Kapısı’nı görmek için yola çıkmıştık ki, aklıma birden Tarsus’un bir başka spesiyalitesi cezerye geldi. Şehir merkezindeki ünlü cezeryeci Görallar’da verilen alışveriş molası esnasında kendimi tam karşıda olan humus dükkanına attım. Tarsus’da minik humus lokantaları var. Sıcak humusu oracıkta hazırlatıp tüketebilirsiniz ancak benim damağım, orijinal humus olan Suriye usulüne uygun olduğundan, sadece çekim yapmakla ve de bir kaşık tatmakla yetindim.
(Humus)
Mısır’ın ünlü kraliçesi Kleopatra’nın, sevgilisi Antonius ile Tarsus’da buluşmak üzere geldiğinde, zamanın limanı Gözlü Kule’de karşılandığı ve buradan şehre giriş yaptığı söylenir. Osmanlı zamanında “Kancık Kapısı “ olarak adlandırılan bu kapıdan, günümüze sadece bir harebe kalmış.

Normalde saat 17.00’de sonlanması gereken turumuz, akşam saat 19.30’da otelimize varmamızla bitti sanıyorsanız yanılıyorsunuz! 72 saattir Elegans Cadısı ile gezmenin keyfine varan grubum, bu sefer de “haydi yemeğe gidelim” deyince (ki böyle bir istek olacağını önceden hissetiğimden Adana’nın en merkezi ve güzel kebapçılarından birinde rezervasyonu önceden yaptırmış olmam takdire şayan) bir saat sonra tekrar otelimizden hareket ettik.
Tabii ki ben bu bir saatlik arada yine boş durmadım. Adana Sheraton Oteli’nin sponsorlarından biri olduğu bu karnaval için, otelde verilen resepsiyona davetsiz olmama rağmen hem yarı Adanalı hem de blogger olmam sebebiyle nazik bir şekilde davet edildim ve kısa bir süre katıldım. Adana’nın medar-ı iftihari birçok sanatçı, iş adamı, gazetecinin geldiği renkli gece sanırım geç saatlere kadar devam etti.
Öte yandan, birçok etkinliği iptal edilmiş olsa da, büyük bir özveriyle aylardır hazırlanan Adanalılar, yine Ziya Paşa Bulvarı ve Şinasi Paşa Sokağı’nda, tablalarını açmış, kıyafetlerini giymiş şekilde karnavalı başlatmışlardı.
05 Ocak Kebapçısı da tam bu sokakta yer alan, sevdiğim ve temiz mekanlardan bir tanesidir. Program harici olan bu akşam yemeğinde, grubun planı, herkesin istediğini seçerek, hafif bir yemekle geçiştirmekti ancak bu sadece planlarda kaldı. Ortaya getirilen mezeler o kadar güzel ve iştah açıcıydı ki, hafif geçiştirme planları bir anda suya düşerek, klasik rakı & kebap keyfine geçildi.
Akşamın geç saatlerine kadar süren keyfimiz sırasında, hemen yanıbaşımızda tüm hızıyla devam eden karnaval, gerçekten çok kalabalık olmasına rağmen, kimsenin kesinlikle diğerini rahatsız etmediği, son derece medeni bir şekilde gecenin geç saatlerine kadar devam etti. Bu aktiviteyi daha yakından görmek isteyen misafirlerden bazılarının geceye devam etti, bazıları ise otele döndü.


Önce Tarsus gezisi ardından Portakal Çiçeği Karnavalını deneyimlediğimiz Kilikya Turumuzun 2. günü de, yine birbirinden güzel anılar ve keyiflerle anı defterimizlerin sayfalarında yer aldı.
Sevgilerimle,